Aziz yoldaşım, Hüznün Karanlığı’nda yol alırken, o derin ve
kadim karanlığın yalnızca bir son olmadığını, bilakis bir başlangıç olduğunu
idrak ettik. Zira karanlık, sadece yokluğun değil, varlığın sancısının da
tecelligâhıdır. İşte bu sancı, bizleri Umudun Aydınlığı’na taşımaktadır. Hüznün
kucağında sabrı öğrenenler, sabrın neticesinde selamete, gayeleri olan
muhabbete erişirler.
Hüznün Karanlığı’nda, insanın Allah’tan uzaklaşmasının
acısını, o dumansız yangını, gerek gönül ocağımızdan, gerek gündemden, gerekse
tefekkür üzere beyan ettik. Gördük ki bu yangın, bizleri yakıp kül etmek için
değil, bilakis içimizdeki cevheri ortaya çıkarmak için yanmaktadır. Tasavvufun
rehberliğinde, bu yangının, insanı Allah’a döndüren bir rahmet olduğunu
kavradık. İşte Umudun Aydınlığı, bu rahmetin tecellisidir.
Umut, kalbin derinliklerinde sessizce var olur. Hüznün en
derin noktasında filizlenir. Bu filiz, pasif bir bekleyiş değil, aktif bir
arayışın, kendini bilme ameliyesinin meyvesidir. İnsan, umuduyla vardır ve
umuduyla O’na ulaşır. Çaresizlik anları, umudun en güçlü olduğu anlardır ve
insanı dışarıdaki tüm sahte aydınlıklardan vazgeçmeye, kendi içindeki cevhere
yönelmeye zorlamıştır. Bu yöneliş, Hakk’a teslimiyet ve masivaya karşı isyandır. Dünyanın
dayattığı karanlığa karşı, ruhun kendi aydınlığını ilan etmesidir.
Umudun Aydınlığı, yalnızca şahsi bir kurtuluşun değil, aynı
zamanda içtimai bir uyanışın da habercisidir. Zira hüzün, ferdi bir mahkûmiyet
iken; umut, toplumsal bir inkılâbın ilk kıvılcımıdır. Bugünün insanı, Batı’nın
ve Amerika’nın parlak perdelerinin altında, sahte bir aydınlığın esiri
olmuştur. Özentiliğin, tüketim çılgınlığının ve plastik yaşamların hepsi,
insanın asıl karanlığını örten bir alacakaranlık perdesidir. Oysa Umudun
Aydınlığı, bu perdeleri yırtıp atan, hakikatin nurunu açığa çıkaran bir güçtür.
Bu nur, Semerkant’ın, Buhara’nın ve dahi Konya’nın ruh ikliminden beslenen,
kadim bir medeniyetin mirasıdır.
Umudun Aydınlığı, aynı zamanda bir yüzleşme cesaretidir.
Kendi çirkinliğimizle, aczimizle, günahımızla yüzleşmek, şanlı tarihe karşı
sorumluluğumuzu idrak etmektir. İşte bu yüzleşme, umudun kaynağıdır. Zira umut,
yalnızca geleceğe dair bir beklenti değil, geçmişin yükünü omuzlayıp geleceği
inşa etme iradesidir. Bu irade, nefsi terbiyenin, toplumu ıslahın ve medeniyeti
yeniden inşa etmenin temelidir. Hüznün Karanlığı’nda yoğrulan ruhlar, Umudun
Aydınlığı’nda bu iradeyi bulacaklardır.
İnsan, Umudun Aydınlığı ile her adımda mülkün sınırlarını
aşar ve insanı kendi muktedirliğinin somutlaşmamış zirvesine taşır. Zihinde
canlandığı gibi gözü kamaştıran bir parıltı değildir. Karanlığın özünden sızan,
içeriden yükselen bir ışığın adıdır. Çölde susamışın seraba koşması gibi harici bir kurtarıcı bekleyenler, kendi içlerindeki pınarın varlığını unutmuş
olanlardır.
Tasavvuf ehlinin Fena’dan sonra Beka’ya ermesi gibi insan
da kendi küçük benliğinin, kendi dar korkularının ve sınırlı beklentilerinin
karanlığında yok olmayı göze aldığında, asıl ve kalıcı olanın aydınlığına kavuşur. Bu aydınlık, varlığın özüne yaklaştıkça kendini açığa
çıkaracaktır.
Velhasıl Kelam, Karanlık olmadan aydınlık, hüzün olmadan
umut olmaz. Zira her ikisi de İnsanı Allah’a kavuşturan hakikatin iki yüzüdür.
O halde, hüznün karanlığında yoğrulanlar, umudun aydınlığında dirileceklerdir. Evet, bu bir diriliş çağrısıdır. Hüznün
karanlığında uyuyan ruhları uyandırmak, onları hakikatin nuruyla buluşturmaktır.
Ve bu diriliş, yalnızca ferdi bir kurtuluş değil, toplumsal bir inkılâbın da
habercisi olacaktır. Hüznün Karanlığı’nda saklı olan Umudun Aydınlığı üzere,
manayı idrak mübarek olsun. Vesselam…
Ramazan Musluoglu
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.