İntizar

İntizar Ramazan Musluoğlu

Dem olur; bir ömür, yola mâni olur. Dem olur; bir söz, yola yoldaş olur. Dem olur; yalnız sırrın nihâni hali vardır. Sükûtun kapısı ardına kadar açılır. Gönülden içre ne varsa, bu kapıdan içeri yığılır. Çünkü ol dem, açılacak başka kapı yoktur. İntizarın eşiğinde bir meçhul, sabrını kemirir. Kemirdikçe budanan, endişendir. Bu teceddütle beraber tek çıkar, teslimiyetin bir kez daha tescillenmesidir.


İntizarın eşiği, akarsuyun öfkesidir. Her akışta, sabır taşını daha da inceltir. O vakit, gönülden dışarı o meçhul sızar. Bu sızıntı sorgulanır. Fakat sır henüz aşikâr olmadığından, meçhuliyetini muhafaza eder. Bu durum idrak edilemez. Acziyeti, iliklerine kadar hissedersin. Dilin haddi değildir, konuşmaz; gönlün ise söyleyecek sözü yoktur. İşte bu dem; bir ömür, bir meçhulde yok olur. Tek teselli, sırrın tecelli sürecinin azalmasıdır. Lakin bu acziyet karşısında tesiri olmayacaktır. Bir heyecan ötede bir sual cevap bekler. Üstelik sualin sahibi de acizdir. Ne var ki, içindeki acziyet, o âcizin sualine dahi cevap veremez. Nice bildiklerin, nice sözlerin, dilinde bir cümle etmez. Sükûtun bedeli ağırdır. Halini izah edemeyişinin altında ezer seni. Bilmezler ki, halini izah edemeyişinin sebebi halsizliktir. Dirayetin yitik, heybetin halinden habersizdir.


Halsizliğin giderek derinleşir. Sığıntı düşüncelerde ruhun daralır. Vaktinde dilinin esiri olan sözlerden birisine, şimdi dilin esir olmuştur. Bu çaresizlik karşısında tek yapabileceğin istemektir. Emeksiz, bir o kadar da şüphesiz istemek…


Akıl, Aşk’ın kelepçesidir. Akıl, bardağı son damla ile taşırma, der. Oysa Aşk, Taşır ki etrafındaki bilhassa içinde bulduğun deryayı gör, der. Görmeni ister. Aşk, yalnızca istemektir. Koşulsuz istemek… İşte bu deryada o meçhul ile yol alır insan. Cümle yokluğa rağmen bir Ol’a kavuşmak için. Bu halsizlikle yol almak pek zordur. Çünkü insan, gönül almayı öğrenir de kendi gönlünü nasıl ayağa kaldıracağını bilmez. Hem elindeki hem dilindeki merhem, kendi yarasına şifa olmaz. Tek hafifletici, o dalgalarca incelen sabrının hafifletici etkisidir.


Kişi zamanla bu sükûta alışır. Çünkü teslimiyetin bir diğer belirtisi, sürekliliğin beyanı olan alışmaktır. Bu alışma sürecinde ruhun akla olan bağırtısına mukabil gönle esenlik rüzgârı bâhşedilir. Rüzgâr, kavurucu ateşin suzanlığına karşı bir şükür sebebidir. Şükürle dirayet tekerrür eder. Gönlünde bir şule, ancak onun kudretiyle tecelli eder. Mamafih, bu derde âşık olmak ise yıldızlarla örülü, bir gökyüzü kondurur gönlüne. Sükûtu kıymetli kılan, vakıf olunamayan sırrın -yani Aşk’ın- sessiz hecesi olmasıdır. Dert, sırra ulaştıracak olan yoldur.


Mademki dert, Aşk’a vuslatın güzergâhıdır, o halde Aşk’ın bir parçası olması hasebiyle derde âşıklık şarttır. Derde âşık olmak, onu bir musibet yerine letafet olarak görmeyi sağlar ve hamiyete sevk eder. Derde âşık olmak, ay ışığında yol almaktır. Savrulan yüreğini, beşerin çaresizliği ve fuzuli söylemleri karşısında giderek kendi içine çekilen yüreğini, hakikatin gür sedasıyla kucaklamaktır. Sükût, içindeki ateş ile pişer. Yandıkça kül olan zaman içerisinde anladığın, dünyanın tatmin edici olmayan her bir nesnesidir. Ateşe üflendikçe görülür ki, köz, muhabbetle tutuşmaktadır. Bu köz, aşığı Aşk’a âşık eder. Çünkü gönüldeki bu lezzet bilinir ki, kürede zerre kadardır. Bu sebeple damladan deryaya giden yolda, muhabbetin neşvünema sürecini hayal edip, bu hayalin vuslatıyla tekrar tekrar âşık olunur.


Beşerin çok azı bu şiddetli muhabbete anlam kazandıracağından, onlara bir ayna misali olmak  -yani dünya lezzetleri karşısında onunla hem fikirmiş gibi görünmek- hem beşeri seni sıkmaktan kurtarır hem de onu sana yakın kılar. Böylece iki tarafta mesut olur. Bu belirtilen ikinci yoldur. Birinci yol ise beşere içinden geçenleri söylemektir. Fakat bu yol, aşığın kalbinin kırılmasına, diğer kimseye olan muhabbetinin azalmasına sebep olur. Dolayısıyla bu fedakârlık, her iki kalbinde birbirinden uzaklaşmasına yol açabilir. İşte bu sükût ve hal ıstırabı içerisinde, bu halin harice olan yansıma ve tesiri, ancak bu şekilde açıklanabilir.


Gönlündeki sükûneti, derinindeki hasreti, ancak Aşk’ın heybeti ile göğüslersen üzerine yakışır. Gayrısı, âkıbeti şer eyler. İhsan üzere bir saltanatla, gönle aşkı taç etmelidir. Cihanın cümle nidâsını, bir sükûta sığdıran gönüllere selam olsun…



Ramazan Musluoglu

İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.


Paylaş:

Önerilen Yazılar
Bir Gönül Seferi Ramazan Musluoğlu Düşünce Yazıları
Bir Gönül Seferi
Çarka Çomak Sokmak Ramazan Musluoğlu Düşünce Yazıları
Çarka Çomak Sokmak
Vahdeti Hakikat Zirvesi Ramazan Musluoğlu Düşünce Yazıları
Vahdeti Hakikat Zirvesi