Dem
olur; bir ömür, yola mâni olur. Dem olur; bir söz, yola yoldaş olur. Dem olur;
yalnız sırrın nihâni hali vardır. Sükûtun kapısı ardına kadar açılır. Gönülden
içre ne varsa, bu kapıdan içeri yığılır. Çünkü ol dem, açılacak başka kapı
yoktur. İntizarın eşiğinde bir meçhul, sabrını kemirir. Kemirdikçe budanan,
endişendir. Bu teceddütle beraber tek çıkar, teslimiyetin bir kez daha
tescillenmesidir.
İntizarın eşiği, akarsuyun öfkesidir. Her akışta, sabır
taşını daha da inceltir. O vakit, gönülden dışarı o meçhul sızar. Bu sızıntı
sorgulanır. Fakat sır henüz aşikâr olmadığından, meçhuliyetini muhafaza eder.
Bu durum idrak edilemez. Acziyeti, iliklerine kadar hissedersin. Dilin haddi
değildir, konuşmaz; gönlün ise söyleyecek sözü yoktur. İşte bu dem; bir ömür,
bir meçhulde yok olur. Tek teselli, sırrın tecelli sürecinin azalmasıdır. Lakin
bu acziyet karşısında tesiri olmayacaktır. Bir heyecan ötede bir sual cevap
bekler. Üstelik sualin sahibi de acizdir. Ne var ki, içindeki acziyet, o âcizin
sualine dahi cevap veremez. Nice bildiklerin, nice sözlerin, dilinde bir cümle
etmez. Sükûtun bedeli ağırdır. Halini izah edemeyişinin altında ezer seni.
Bilmezler ki, halini izah edemeyişinin sebebi halsizliktir. Dirayetin yitik,
heybetin halinden habersizdir.
Halsizliğin
giderek derinleşir. Sığıntı düşüncelerde ruhun daralır. Vaktinde dilinin esiri
olan sözlerden birisine, şimdi dilin esir olmuştur. Bu çaresizlik karşısında
tek yapabileceğin istemektir. Emeksiz, bir o kadar da şüphesiz istemek…
Akıl,
Aşk’ın kelepçesidir. Akıl, bardağı son damla ile taşırma, der. Oysa Aşk, Taşır
ki etrafındaki bilhassa içinde bulduğun deryayı gör, der. Görmeni ister. Aşk,
yalnızca istemektir. Koşulsuz istemek… İşte bu deryada o meçhul ile yol alır insan.
Cümle yokluğa rağmen bir Ol’a kavuşmak için. Bu halsizlikle yol almak pek
zordur. Çünkü insan, gönül almayı öğrenir de kendi gönlünü nasıl ayağa
kaldıracağını bilmez. Hem
elindeki hem dilindeki merhem, kendi yarasına şifa olmaz. Tek hafifletici, o
dalgalarca incelen sabrının hafifletici etkisidir.
Kişi
zamanla bu sükûta alışır. Çünkü teslimiyetin bir diğer belirtisi, sürekliliğin
beyanı olan alışmaktır. Bu alışma sürecinde ruhun akla olan bağırtısına mukabil
gönle esenlik rüzgârı bâhşedilir. Rüzgâr, kavurucu ateşin suzanlığına karşı
bir şükür sebebidir. Şükürle dirayet tekerrür eder. Gönlünde bir şule, ancak
onun kudretiyle tecelli eder. Mamafih, bu derde âşık olmak ise yıldızlarla
örülü, bir gökyüzü kondurur gönlüne. Sükûtu kıymetli kılan, vakıf olunamayan
sırrın -yani Aşk’ın- sessiz hecesi olmasıdır. Dert, sırra ulaştıracak olan
yoldur.
Mademki
dert, Aşk’a vuslatın güzergâhıdır, o halde Aşk’ın bir parçası olması hasebiyle
derde âşıklık şarttır. Derde âşık olmak, onu bir musibet yerine letafet olarak
görmeyi sağlar ve hamiyete sevk eder. Derde
âşık olmak, ay ışığında yol almaktır. Savrulan yüreğini, beşerin çaresizliği ve
fuzuli söylemleri karşısında giderek kendi içine çekilen yüreğini, hakikatin
gür sedasıyla kucaklamaktır. Sükût, içindeki ateş ile pişer. Yandıkça kül olan
zaman içerisinde anladığın, dünyanın tatmin edici olmayan her bir nesnesidir.
Ateşe üflendikçe görülür ki, köz, muhabbetle tutuşmaktadır. Bu köz, aşığı Aşk’a
âşık eder. Çünkü gönüldeki bu lezzet bilinir ki, kürede zerre kadardır. Bu
sebeple damladan deryaya giden yolda, muhabbetin neşvünema sürecini hayal edip,
bu hayalin vuslatıyla tekrar tekrar âşık olunur.
Beşerin çok azı bu şiddetli
muhabbete anlam kazandıracağından, onlara bir ayna misali olmak -yani dünya
lezzetleri karşısında onunla hem fikirmiş gibi görünmek- hem beşeri seni
sıkmaktan kurtarır hem de onu sana yakın kılar. Böylece iki tarafta mesut olur.
Bu belirtilen ikinci yoldur. Birinci yol ise beşere içinden geçenleri
söylemektir. Fakat bu yol, aşığın kalbinin kırılmasına, diğer kimseye olan
muhabbetinin azalmasına sebep olur. Dolayısıyla bu fedakârlık, her iki kalbinde
birbirinden uzaklaşmasına yol açabilir. İşte bu sükût ve hal ıstırabı
içerisinde, bu halin harice olan yansıma ve tesiri, ancak bu şekilde
açıklanabilir.
Gönlündeki
sükûneti, derinindeki hasreti, ancak Aşk’ın heybeti ile göğüslersen üzerine
yakışır. Gayrısı, âkıbeti şer eyler. İhsan üzere bir saltanatla, gönle aşkı taç
etmelidir. Cihanın cümle nidâsını, bir sükûta sığdıran gönüllere selam olsun…
Ramazan Musluoglu
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.