Ey Türk milleti! Kalb-i selîminle dinle, ruh-u âlînle hisset: Pakistan, ümmetin bir kalesi, tevhidin bayrağı, Keşmir ise bu mukaddes dâvânın mihrâbıdır. Hindistan’ın zulmü, küffârın şeytânî entrikaları ve İslâm dünyasının lâkaydlığı ortasında, Pakistan’ın mücâdelesi bir iman ateşidir ki, Türk’ün vicdânını tutuşturmaktadır. Osmanlı’nın vârisi, hilâfetin mânevî rûhu olan Türkiye, bu ateşin yanında durmak, ümmetin vahdetini yeniden ihyâ etmekle mükelleftir. Necip Fazıl’ın “Tohum saç, bitmezse toprak utansın!” haykırışıyla, İsmet Özel’in “Türk’üm, bu ad bana Allah’ın hediyesidir!” şuuruyla, Pakistan’ın hâk dâvâsına omuz vermek, Türk milletinin mukadderâtıdır. Bu yazıdaki yegane gayemiz, küffârın oyunlarına karşı gözleri açan, kalbi uyandıran bir nâra, bir tevhid çağlayanıdır.
Osmanlı, asırlardır İslâm’ın kılıcı, ümmetin sancağı olagelmiştir. Hind-i İslâm’ın evlâtları, Khilafat Harekâtı ile Osmanlı’ya destânî bir sadâkat göstermiş, Anadolu’nun istiklâl harbinde altınlar, dualar ve gözyaşlarıyla yâver olmuştur. Bu, bir nevî mukâvele-i mâneviyye, bir ahd-i ebedîdir. Bugün, Türkiye bu ahdin vârisidir; Pakistan’la muhabbet, yalnız bir siyâset değil, imânın, kardeşliğin, tevhidin icâbıdır. Bunu fiiliyata döken Baykar’ın TB2 SİHA’ları ise Pakistan semâlarında Türk’ün teknolojik celâdetiyle ümmetin izzetini taşımaktadır. Bu SİHA’ları, yalnız bir silâh değil, Osmanlı’dan Pakistan’a uzanan bir iman köprüsü olarak düşünmek gerekir. Çünkü bu, tarihin gereğidir.
Pakistan-Hindistan münâzaası, İngiliz müstemlekeciliğinin zehirli bir mirâsıdır. Keşmir, bu münâzaanın kalbidir; Hindistan’ın vahşeti, Müslümanlara karşı sistemli bir taarruzdur. Modi’nin Hindu milliyetçiliği, Babri Mescidi’nin yıkımından Citizenship Amendment Act gibi zâlimâne kanunlara, Keşmir’in özerkliğini ilga eden 370. Madde kararına kadar, Müslümanları hor ve hakîr görmekte, ümmetin rûhunu ezmektedir. Hindu ve Budist taassubu, “Hindu Rashtra” hayâliyle, ehl-i İslâm’ı, Sihleri ve diğer azınlıkları yok etmeye yeminlidir. Müslümanların linç edilmesi, mescidlerin tahribi, “aşk cihâdı” gibi uydurma ithamlarla gençlerin zindanlara atılması, Hindistan’ın mânevî sefâletini, küffârın iğrenç niyetini âşikâr kılmaktadır. Bu, yalnız bir zulüm değil, bir medeniyetin, bir tevhid nizâmının imhâsına teşebbüstür.
Stratejik mülâhazalar, bu dâvânın ehemmiyetini bir kat daha artırmaktadır. Hindistan, 1.5 milyarlık nüfusu, Rafale tayyâreleri, S-400 sistemleri ve İsrail’den aldığı silâhlarla mütekebbir bir güç olarak zuhur etmektedir. Pakistan ise Türkiye’den TB2 SİHA’ları ve nükleer kudretiyle mukâvemet göstermektedir. Lâkin Pakistan’ın lojistik imkânlarının ksıtlı olması, uzun bir harpte dış ülkelerden gelecek yardımların ne denli gerekli olduğunu göstermektedir. Küffârın vekilleri, bu harpte saf tutmaktadır: ABD, Hindistan’ı Çin’e karşı bir maşa addederken, İsrail, Modi’nin zâlimâne siyasetine âşikâr destek vermektedir. Körfez memleketleri, Hindistan’la ticârî menfaatler uğruna sukût etmekte, İran ise ikili bir siyaset gütmektedir ki, İran'ın tarih boyunca müslümanlarla olan ilişkilerine bakıldığında çok da şaşırılacak bir hareket değildir. Bu hengâmede, Türkiye, Pakistan’ın yanında duran yegâne Müslüman kudret olarak yükselmektedir. Türkiye’nin destek sağladığı SİHA’lar, eğitim ve istihbarat desteği, harbin muvâzenesini tebdil edecektir. Bizim görüşümüze göre bu savaş, kısa vâdede Keşmir merkezli münferit taarruzlarla neticelenebilir; lâkin Hindistan’ın Karachi’ye deniz ablukası gibi cüretkâr hamleleri, cihânşümûl bir harbi tetikleyebilir. Her iki tarafın nükleer silâhları son merhale olsa da, Pakistan’ın bu caydırıcılığı, Hindistan’ın saldırı heveslerini dizginleyecektir.
Türk milleti, küffârın entrikalarına karşı asırlardır mücâdele etmektedir. Lâkin küffar, Türk’ün zihnini bulandırmak, rûhunu uyuşturmak için medyada, iktisâtta, kültürde bin türlü desîse tertip etmektedir. Batı’nın İslâm düşmanlığı, Türk’ü özünden koparmakta, ümmet şuurunu zedelemektedir. Bu, bir esâret-i mâneviyye ve zincir-i zihniyyedir. Necip Fazıl’ın “Batı, bir pislik deryasıdır; biz ise o deryada bir inci!” nârasıyla, İsmet Özel’in “Türk’üm, bu ad bir şeref, bir mes’uliyettir!” ikrârıyla, Türk milleti bu zincirleri kırmalıdır. Artık uyanış, vuku bulmalıdır. Küffârın oyunundan kurtuluş, Türk’ün özüne, imânına, tevhid nizâmına rücû etmesiyle mümkündür. Çanakkale’de, İstiklâl Harbi’nde olduğu gibi, Türk milleti, hakîkatin peşinden gitmeli, sahte efkâr-ı umumiyeyi terk etmelidir. Eğitimle, miilli şuur ile, imanla donanmış bir nesil, küffârın entrikalarını boşa çıkaracaktır.
Müslüman birliği, tevhidin yeryüzündeki tecessüm etmiş hâlidir. Pakistan, ümmetin burçlarından biridir. Pakistan’ın galebe çalması, ümmetin izzetidir; Keşmir’in hürriyeti, İslâm’ın şerefidir. Türkiye, Osmanlı’nın mânevî mirâsını omuzlarında taşımakta, bu mukaddes dâvâda ön safta yer almaktadır. Baykar’ın SİHA’ları, Pakistan semâlarında bir Türk nişânesi olarak dalgalanırken, bu, yalnız bir silâh değil, ümmetin vahdetinin alâmet-i fârikasıdır. İslâm dünyasının sukûtu, kalbleri muzdarip kılmaktadır. Körfez memleketleri, Hindistan’la ticârî menfaatlerin esiri olmuş; diğerleri, kendi derd ü gamına gömülmüştür. Lâkin Türkiye, hakîkatin safında durarak ümmetin nâmusunu muhâfaza etmektedir. Pakistan’ın sadâkati, Türkiye’nin sadâkatiyle mukâbele görmektedir. Bu ise imânın ve kardeşliğin gereğidir.
Velhasıl kelam, Pakistan’ın sancağı, ümmetin nâmusu; Keşmir’in ezânı, hürriyetin nârasıdır. Küffârın entrikalarına karşı gözlerimiz açılmakta, tevhidin bayrağı yükselmektedir. Diplomaside, iktisâtta, duada, icâbında cihâd meydanında Pakistan’ın yoldaşı olmak, ümmetin vahdetini ilân etmektir. Türk'e yakışan, kalbiyle, ruhuyla, imanıyla Pakistan’ın yanında durmaktır. Tevhidin nûru, vahdetin celâli, imanımızın şahikasıyla Pakistan’ın hāk dâvâsına yoldaşız. Zira biz, küffârın zulmüne karşı ezelî hakikatin, ümmetin izzetinin, hasılı İslâm’ın, ebedî kıyamıyız!