Biliniz ki usul, bir ilmi tevazu, bir sabır ve bir ihsan tarihçesidir. İçinde bulunduğumuz zaman itibariyle, ümmetin dertleri yalnızca iktisadi daralma veya siyasi dünya telaşı değildir; muhatabımız, insan cemiyetinin kendine açtığı derin bir yaradır. Bu yara görünürde parça parça olsa da dâhilde tek ve mütemadi bir maceradır. Evvelki sözlerimiz teşhis niteliğindedir. Şimdi sıra tedaviye, usulün icrasına gelmiştir. Unutmayınız ki tedavi, şikâyetleri bir kâğıda kaydetmekle başlamaz; tedavi, elin nereye değdiğini bilmekle; söyleyen ile yapılanın hemhal olmasıyla başlar.
Bir cemiyetin selameti, sadece hareketli rakamların satırlarında okunmaz; o rapor, sokakların ruh halinde, hanevi sohbetlerin sükununda gizlidir. İnsan kendini unutup nefsin esiri olunca, en basit ibadete bile yabancılaşır; en saf merhamet, lojistik vazife gibi görünür. Bu yabancılaşmaya karşı verilecek ilk derman, şahsi vicdandır: Söz ile hal arasındaki farkın giderilmesi, vicdanın yeniden terbiye edilmesidir. Bu terbiye kitapla veya meydan nutuklarıyla akıbet bulmaz; evde başlar, sofrada süzülür, iş yerinde veya okulda kendini görünür kılar.
Evvelki bahiste sitem olarak dile getirdiğimiz üzere, Manevî tabipler sahaya inmeli, tekkede oturmaktan ziyade hal-i müşahedeyi tercih etmelidirler. Sahaya inmek demek, kürsüden nutuk atmak değildir; sahaya inmek, iz bırakmaktır. Yürürken bıraktığın iz, nesillerin manevi haritasını çizer. Bu iz iki şeyle vasıl olur: birincisi, sözün doğrulanmasıdır; yani söylenenin yaşanmasıdır. İkincisi, hikmetle, sabır ve nezaketle yapılan ikazdır; muhataba nüfuz eden nazik bir müdahaledir. Günümüzde, yalnızca polemik üreten, öfkesini yankı ile besleyen sesler çoğalmış; ilmi ses çoğu kere ya yankısız kalmış ya da içi boşalmış gibi görülmüştür. Çare, daha yüksek perdeden bağırmak değildir; daha derin bir tesir tesis etmektir. Hatırlayınız: Ses değil, hal etkilidir.
Gelelim gençlik meselemize... Genç, hem süratli hem aceleci hem de hassas bir manevi varlıktır. Yanlış beslenme, fasit idoller ve şöhret, onu çürütür. Gençliği kazanmak, bir dayatma ile olmaz; gençlikle dil birliği kurmak gerekir. Gençlerin kelimelerine tercüman olmak, dertlerini dinlemek ve onların meramlarına samimi muhataplar olmak şarttır. Bu muhataplar; müderrisler, mürşitler, ağabey-ablalar olabilir; hepsinden evvel ise dimdik duruş ve ilmî tevazu lazımdır. İlmin talebesi olup amelle nakşedilmeyen bilgi, gencin nazarında bir nişan değil, yalnızca bir süslemedir.
Sosyal medya basit bir mecra değildir; o bir zihniyet laboratuvarıdır. Orada yayılan bir ses, çabuk mahiyet değiştirir; hakikat de yalan da tek bir işarette eriyip gider. Orada var olmak, yalnızca yanlışları teşhir etmek demek değildir; doğruyu estetik ile inşa etmektir. Doğruluk yalnızca haklı olmakla müreffeh olmaz; doğruluk mimari bir lisan ister; sadelik, akıl, edep, estetik. Bu dil kurulmadıkça bir gençlik, sahte rehberlerin peşinden koşacaktır. Bu sebeple sosyal medya usulüne dair müfredatlı bir yaklaşım olarak, içerik nazariyatı ve üslup terbiyesi gerekir.
İlim ve amel münasebetini yeniden tesis etmek, bir usul meselesidir. Usul şudur: önce öğren, sonra hayata tatbik et, sonra başkalarına öğret. Bu üçleme koparsa, ilim dediğimiz nesne, kutudaki bir mücevher olur. İkinci usul nezakettir: hakikati yüksek sesle söylemek, muhatabın şerefine dokunmadan yapılmalıdır. Nezaket pasifliğin mazharı değildir; nezaket mukabelede bile dirayet sahibi olmanın adıdır. Böylece hem hürriyet iddiası korunur hem de cemiyetin umumi şerefi ile çarpışılmaz.
Eleştiri lazımdır; lakin eleştirinin maksadı kibir olmamalı, ıslah olmalıdır. Bugünkü eleştiri, çoğu vakit teşhir ve yok etmeye hizmet etmiştir. Oysa eleştiri, inşa etmeye muktedir olanların vasıtası olmalıdır. Yıkım, yalnızca enkaz getirir. Biz eleştirirken, mutlaka alternatif de sunmalıyız. Eleştirinin yanında bir yol haritası takdim etmek, topluma ayrıca umut vermektir.
Birinci evrede cömertlik üzerine söylediklerimiz hakikattir: cömertlik, eline kuvvet geçtiğinde parayı saçmak değil, elini açtığında ne yaptığını bilmek ve hikmetle taksim etmektir. Cömertlik yalnız maddî değildir; aynı zamanda vakit, dikkat, rehberlik ve şefkat cömertliğidir. Alimlerin, gönüllülerin ve önderlerin bu tür cömertliği göstermesi, milletin moral dengesini tesis eder. Bu denge kurulmazsa, aciz zihinler sahte rehberlere kul olurlar. Oysa hakiki rehberlik sabır ve ihsan gerektirir.
Bir başka zaruri nokta, savunma ile hücum arasındaki farkı bilmektir. Bizim cihadımız; ilim, hitabet ve sabırla icra olunan bir müdafaadır. Bu müdafaa başkalarının inançlarını yerme değil, kendi hakikatimizi onurla dik tutmaktır. Savunmanın ölçüsü, haksızlığa uğrayanın hakkının iadesidir, ölçüsüz öfke değildir. Bu sebeple medya, hukuk, tedrisat ve aile içi terbiyede disiplinli, usulüne uygun müdahaleler gereklidir.
Sözünü ettiğimiz tedavi, tek hamleden ibaret değildir. Hızlı, popüler kampanyalarla halledilmesi mümkün değildir. Tedavi planı, gerekli usullerle ve tasavvufi nüansla somutlaştırılmalıdır.
Tedavinin birinci adımı, söz ile hal uyumunun rejimidir. Günlük iç muhasebe ritüelidir. Bu ritüel, ferdin şu üç sorgulamayı gerçekleştirmesidir: Ne söyledim, ne yaptım, hangi niyetle yaptım? Bu muhasebenin tasavvuftaki karşılığı, nefsi muhasebedir ve kişiyi zamanla tövbe istikametine yöneltecektir.
İkinci adım, alimler ve vicdan erbabının sahaya inişidir. Cemaate özel (halk içerisindeki yaş grupları) halka ve musahabe faaliyetleridir. Bu faaliyetler, Fakülte kürsüsünden ziyade, mahalle sohbetleri ve atölye usulü seminerler düzenlemektir. Mürşit-mürit modelinin, modern izdüşümleri kurulmalıdır. İlmi tevazu ile örnek teşkil edilmelidir.
Üçüncü adım, sosyal medyadaki estetik ve entelektüel varlıktır. İçerik üretiminde estetik, kısa ve nükteli içerikler sunarak; hakikati paketlemek değil, onu güzel bir dille sunmak amaçlanmalıdır.
Dördüncü adım, her eleştirinin yanında alternatif bir model sunmaktır. Tahrip eden değil, onaran eleştirinin kültür haline getirilmesini sağlamaktır. Kainatta her şeyin zıddı ile kaim olduğunu bilen bizler için tefekkür ile çözülemeyecek sorun yoktur.
Beşinci adım, medeni müdafaa mecralarıdır. Hukuk, medya ve eğitimde disiplinli planlar geliştirerek, hak ihlallerinin takibi sağlanmalı ve onarım mekanizmaları kurulmalıdır.
Altıncı adım, tasavvufi pratiklerdir. Halk içerisinde zikri-i hal gerçekleştirilmeli, tefekkür saatleri yapılmalı, ruh halini güçlendirecek meclisler ve murakabe pratiklerinin teşviki sağlanmalıdır. Nefsi terbiye programları adı altında sabır eğitimi ve rıza talimi gerçekleştirilmelidir.
Tasavvuf penceremizden bakınca, tedavi yalnızca sosyal mühendislik değildir; o bir kalp ıslahıdır. Fani heveslerden kurtulup baki hakikate yöneliştir. Fani ve baki misali: nefsin fenası, kalbin bekasının erbabını ortaya çıkarır. Bu yol sabır, tevazu, muhabbet ve ihsan ister. İmanın pratikteki ağırlığı, günlük hayatın terazisinde ölçülür. Teori kuvvetli olabilir. Lakin amel yoksa o kuvvet gölgedir.
Bu ikinci ve son evreyi kapatırken şunu ihsan ile söylemek isterim: tedavi bir maraton değil, bir kararlılıktır. Sabır, nezaket ve ilmin müşterek eseridir. Kimseyi öldürmeden, kimseyi ezmeden, kimsenin onurunu çiğnetmeden yapılacak bir müdahaledir. Eğer bu mümkünse, yalnızca bir nesli kurtarmak değil; insanlığın en unutulmuş parçasını, vicdanı da geri getirmek mümkündür.
Bu bahsimizi, bir manevi tekamül söz ile sonlandırmak isterim: zahirdeki ıslah, batında müteveccih olmalıdır. Asıl ibret, kalbe düşen nurda saklıdır. Mürşitlerin ve müderrislerin gayreti, gençliğin kimlik kazanımı ve halkın hatırı birlendiğinde, cemiyet yeniden kendine dönüp hürmet ve edep ile yürüyecektir. Vesselam...
Ramazan Musluoglu
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.