Kalp Krizi

Kalp Krizi Ramazan Musluoğlu

Ekonomik sıkıntılar, siyasi çatışmalar ve ahlaki çöküş… Bugünkü insanımız, bu ana hatlar içerisinde boğuluyor, kendini unutuyor. Kendini unutan insan, dünyanın gürültüsüne teslim olur. Özellikle ekonomik sıkıntıların getirdiği gürültü, insanın sesini oldukça bastırıyor.

Mamafih asıl mesele, dillerdeki ekonomik kriz değil, bir halkın topyekûn geçirdiği kalp krizidir. Bu krizin ölümle sonuçlanmaması için acil müdahale gerekmektedir. Ahlaki yozlaşmanın azaltılma çabası, bu müdahalenin ilk yardımıdır. Fert bazında ahlaki kalkınma ile topyekûn bir millet ayağa kalkabilir. Bu sürecin hızlanması ise şahısların etrafa müdahil olmaları ile yani Emr-i Bil Maruf ve Nehy-i Anil Münker bilinciyle hareket etmeleridir.

Bil ki söz, konuşanın vasfıdır. Konuşanın kalbinde nur varsa, işiten de manevi olarak istifade eder ve uyanır. Bu nurun tezahür etmesi ise söylenen sözdeki fiiliyatın, söyleyen kişide barınmasıdır. Söyledikleriyle amel etmesidir. İşte böyle bir kimsenin sözleri, halkın üzerinde tesir eder ve ihyaya sevk eder.

Gelelim doktorlara… Böylesi bir kalp krizi, bir doktor eli ister. Peki, kim bu doktorlar? Halin etkisi, kalin (sözün) etkisinden fazladır. Hal ve kal birleşirse, ortaya bir bahr-i umman çıkar. Dolayısıyla bu doktorlar, velilerimiz ve alimlerimizdir. Bugünün Türkiye’sinde Avrupa’ya iltica eden doktorları konuşuyoruz da neden bu toplumun ruhunu ihya edecek, bu kalp krizinden müdafaa edecek manevi doktorlarımızı konuşmuyoruz? Onlara verilen değerden ve yerlerde sürüklenen saygıdan neden söz etmiyoruz? Bu mesele üzerine söylenecek iki sözümüz var.

İlk aşikâr etmek istediğimiz söz, aslında bir eleştiridir. Eleştirilen kesimden ise bir empati beklentisidir. Sözde ilme, bilgiye verilmesi gereken değeri sıkça dile getirir, bilim adamlarını dillerinden düşürmezler. Bizim ilim adamlarımız söz konusu olduğunda ise bu duruşlarından eser yoktur. Bu riyakâr tavır, samimiyetsizliğin ve içi boş söylemlerin delili niteliğindedir. Bu toplumun asıl kimliğini yansıtan İslamiyet’i ve bu kimliğin savunucuları olan alimlerimizi, sürekli boş ithamlarla ve çürümüş sözlerle itham edip, İslam ateşini söndürmeye çalışmaları daha ne kadar sürecektir? Bu saygısızlığa karşı yanıtlarımız, kendi edep ve ahlakımıza mukayyet olarak sürdürülecektir. Fakat gösterdiğimiz tevazu, artık asgari seviyededir.

Değerlerimizin aşağılandığı ve en kıymetlimize, Efendimize yapılan alçak saldırılara karşı öfkeli duruşumuzu göstermek farz olmuştur. Gördük ki, bu aşağılık zihniyetin kendinden başka kimseye tahammülü yoktur. Dillerinden düşürmedikleri özgürlüğü ise yalnızca kendilerine biçilmiş kaftan görmektedirler. Kendi kutsalları haricindeki her şeyi aşağılamayı, kendilerinde hak görmektedirler. Cehaletin zirve yaptığı bu zihniyet karşısında, hakikatin cevherleri olarak haykırmak, her birimizin üzerine borçtur. Bunu yaparken, manevi doktorlarımıza gösterilen saygı ve itibarı, azami seviyeye çıkarmamız gerekmektedir. Zira ilme verilen değer, alime verilen değerle ölçülür.

İkinci olarak aşikâr etmek istediğimiz nokta ise alimlerimizin her gün sarsılan Türkiye gündemindeki bu olaylar karşısındaki sessiz tutumudur. Alimler ki, bu halkın nefesidir. Lakin onların bu suskunluğu, zorumuza ve gücümüze gitmektedir. Zalimin ve cahilin söylemleri karşısında hür yürekler ve gür sesler ile şanlı direnişimiz gösterilmelidir. Zira inandığımız dava ve aşk, bunu gerektirir. Bizim çağrımız, artık yalnızca İbrahim’i (as.) anlatmak değil, İbrahim (as.) olmaktır. Özellikle sosyal medyada gösterilmesi gereken varlığımız, her zamankinden çok daha büyük önem arz etmektedir. Burada dolaşan bilgi kirliliğine karşı, içi boş davulların sesini dinleyen gençleri, Ney’in hakikati ile uyandırmanın vakti çoktan gelmiştir. Sosyal medyadaki ifadelere karşılık verilmeli ve bu davulların ne denli boş oldukları, yalnızca sesinin uzaktan (sosyal medyadan) hoş geldiği, kamuoyuna gösterilmelidir.

Buluttan muradımız, yağmur değil meyvedir. Dolayısıyla bu hamlelerle anlık meselelere cevap vermeyi değil, bir gençliği kazanmanın, uyanışının ve bilinçlenmesinin ana gayemiz olduğunu hatırlatırız. Mücadelemiz, ilim ve amel üzeredir. Üzerimize amel olarak yansımayan ilmin, gençlik üzerinde de tesiri mümkün değildir.

Bilinmelidir ki dalalet ve küfür, bulunan hakikati kaybetmektir. Sözümüz alimlerimizedir. Kişi kendini müdafaa etmek istese bile böylesine dalalet ve küfre bulanmış bir ortamın ortasında kalmak, zamanla, bulduğu hakikati yitirmesine yol açmaz mı? Kendisinden geçelim, hayatta tutması gereken hastaları, bu milletin fertlerini, bu dalalet ve küfür ortamı içerisinde bırakıp, hakikatlerini kaybetmelerine nasıl göz yumar? Yüzbinlerce ve milyonlarca takipçileri olan bu zatların, bu topraklara borcu vardır. Bu toprakların, onlara verdiklerinin en azından bir kısmını ödeme gayretinde olmalıdırlar. Zira efendiler! Bu toprakların sizden alacağı var.

Her şeyin yanlış anlaşıldığı bu çağda, bir hakikati daha dile getirmek yerinde olacaktır. Cömertlik kendi muhtaç olduğun anda verebilmektir. Öyle sanıldığı gibi zengin olduğunda, zengin olacağı zamanların hülyasında değil. Bu hakikatin meseleyle ilişkisi ise ilmimiz dahilinde cihat etmektir. Üzerinde yeterince bilgi sahibi olmasak bile mutlak hakikat olarak bildiğimiz bu davayı, kendi ilmimiz dahilinde savunmaktır.

Meseleyi toparlayalım ve içinde bulunduğumuz bu kalp krizinin atlamak üzere 1. Evreyi, kutsalımıza sahip çıkmayı, manevi doktorlarımız olan ulemayı yüceltmeyi ve kendi ilmimiz dahilinde cihat etmeyi nihayete kavuşturalım. Dile getirdiğimiz bu sözler, “aman biz de bir şeyler söyleyelim” gibi kuru bir söylemden ibaret değildir. Bir derdin dile gelişidir. Öfkemizde derdimizdendir. Zira üstadın dediği gibi, “derdi olanın öfkesi olur.” Buna mukabil öfkemiz, derdimizde samimi olduğumuzun göstergesidir. Kendimize sormamız gereken samimi soru ise şu olmalıdır: “Tart bakalım İslam terazisinde imanını, kaç gram gelecek?”  El cevap: Koca bir hiç! Lakin o koca bir hiç, masivaya dair ne varsa hiç edecektir. İşte bu da inancımızdır. Son olarak, bu davayı sürdüren olası dava arkadaşlarını da kazanmak gerekir. Küfür ehline karşı sömürülen genç beyinler, ancak muhabbetle kazanılır. Unutmayınız ki İslam, cahilin değil cehaletin düşmanıdır. Vesselam…


Ramazan Musluoglu

İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.


Önerilen Yazılar
Umudun Aydınlığı Ramazan Musluoğlu Tasavvuf Yazıları
Umudun Aydınlığı
Hüznün Karanlığı Ramazan Musluoğlu Tasavvuf Yazıları
Hüznün Karanlığı
Bir Gönül Seferi Ramazan Musluoğlu Düşünce Yazıları
Bir Gönül Seferi