Ekonomik sıkıntılar, siyasi çatışmalar ve ahlaki çöküş…
Bugünkü insanımız, bu ana hatlar içerisinde boğuluyor, kendini unutuyor.
Kendini unutan insan, dünyanın gürültüsüne teslim olur. Özellikle ekonomik
sıkıntıların getirdiği gürültü, insanın sesini oldukça bastırıyor.
Mamafih asıl mesele, dillerdeki ekonomik kriz değil, bir
halkın topyekûn geçirdiği kalp krizidir. Bu krizin ölümle sonuçlanmaması için
acil müdahale gerekmektedir. Ahlaki yozlaşmanın azaltılma çabası, bu
müdahalenin ilk yardımıdır. Fert bazında ahlaki kalkınma ile topyekûn bir
millet ayağa kalkabilir. Bu sürecin hızlanması ise şahısların etrafa müdahil
olmaları ile yani Emr-i Bil Maruf ve Nehy-i Anil Münker bilinciyle hareket
etmeleridir.
Bil ki söz, konuşanın vasfıdır. Konuşanın kalbinde nur
varsa, işiten de manevi olarak istifade eder ve uyanır. Bu nurun tezahür etmesi
ise söylenen sözdeki fiiliyatın, söyleyen kişide barınmasıdır. Söyledikleriyle
amel etmesidir. İşte böyle bir kimsenin sözleri, halkın üzerinde tesir eder ve
ihyaya sevk eder.
Gelelim doktorlara… Böylesi bir kalp krizi, bir doktor eli
ister. Peki, kim bu doktorlar? Halin etkisi, kalin (sözün) etkisinden fazladır.
Hal ve kal birleşirse, ortaya bir bahr-i umman çıkar. Dolayısıyla bu doktorlar,
velilerimiz ve alimlerimizdir. Bugünün Türkiye’sinde Avrupa’ya iltica eden
doktorları konuşuyoruz da neden bu toplumun ruhunu ihya edecek, bu kalp
krizinden müdafaa edecek manevi doktorlarımızı konuşmuyoruz? Onlara verilen
değerden ve yerlerde sürüklenen saygıdan neden söz etmiyoruz? Bu mesele üzerine
söylenecek iki sözümüz var.
İlk aşikâr etmek istediğimiz söz, aslında bir eleştiridir.
Eleştirilen kesimden ise bir empati beklentisidir. Sözde ilme, bilgiye
verilmesi gereken değeri sıkça dile getirir, bilim adamlarını dillerinden
düşürmezler. Bizim ilim adamlarımız söz konusu olduğunda ise bu duruşlarından
eser yoktur. Bu riyakâr tavır, samimiyetsizliğin ve içi boş söylemlerin delili
niteliğindedir. Bu toplumun asıl kimliğini yansıtan İslamiyet’i ve bu kimliğin
savunucuları olan alimlerimizi, sürekli boş ithamlarla ve çürümüş sözlerle
itham edip, İslam ateşini söndürmeye çalışmaları daha ne kadar sürecektir? Bu
saygısızlığa karşı yanıtlarımız, kendi edep ve ahlakımıza mukayyet olarak
sürdürülecektir. Fakat gösterdiğimiz tevazu, artık asgari seviyededir.
Değerlerimizin aşağılandığı ve en kıymetlimize, Efendimize ﷺ yapılan alçak saldırılara karşı
öfkeli duruşumuzu göstermek farz olmuştur. Gördük ki, bu aşağılık zihniyetin
kendinden başka kimseye tahammülü yoktur. Dillerinden düşürmedikleri özgürlüğü
ise yalnızca kendilerine biçilmiş kaftan görmektedirler. Kendi kutsalları
haricindeki her şeyi aşağılamayı, kendilerinde hak görmektedirler. Cehaletin
zirve yaptığı bu zihniyet karşısında, hakikatin cevherleri olarak haykırmak,
her birimizin üzerine borçtur. Bunu yaparken, manevi doktorlarımıza gösterilen
saygı ve itibarı, azami seviyeye çıkarmamız gerekmektedir. Zira ilme verilen
değer, alime verilen değerle ölçülür.
İkinci olarak aşikâr etmek istediğimiz nokta ise alimlerimizin
her gün sarsılan Türkiye gündemindeki bu olaylar karşısındaki sessiz tutumudur.
Alimler ki, bu halkın nefesidir. Lakin onların bu suskunluğu, zorumuza ve
gücümüze gitmektedir. Zalimin ve cahilin söylemleri karşısında hür yürekler ve
gür sesler ile şanlı direnişimiz gösterilmelidir. Zira inandığımız dava ve aşk,
bunu gerektirir. Bizim çağrımız, artık yalnızca İbrahim’i (as.) anlatmak değil,
İbrahim (as.) olmaktır. Özellikle sosyal medyada gösterilmesi gereken
varlığımız, her zamankinden çok daha büyük önem arz etmektedir. Burada dolaşan
bilgi kirliliğine karşı, içi boş davulların sesini dinleyen gençleri, Ney’in
hakikati ile uyandırmanın vakti çoktan gelmiştir. Sosyal medyadaki ifadelere
karşılık verilmeli ve bu davulların ne denli boş oldukları, yalnızca sesinin
uzaktan (sosyal medyadan) hoş geldiği, kamuoyuna gösterilmelidir.
Buluttan muradımız, yağmur değil meyvedir. Dolayısıyla bu
hamlelerle anlık meselelere cevap vermeyi değil, bir gençliği kazanmanın,
uyanışının ve bilinçlenmesinin ana gayemiz olduğunu hatırlatırız. Mücadelemiz,
ilim ve amel üzeredir. Üzerimize amel olarak yansımayan ilmin, gençlik üzerinde
de tesiri mümkün değildir.
Bilinmelidir ki dalalet ve küfür, bulunan hakikati
kaybetmektir. Sözümüz alimlerimizedir. Kişi kendini müdafaa etmek istese bile
böylesine dalalet ve küfre bulanmış bir ortamın ortasında kalmak, zamanla,
bulduğu hakikati yitirmesine yol açmaz mı? Kendisinden geçelim, hayatta tutması
gereken hastaları, bu milletin fertlerini, bu dalalet ve küfür ortamı
içerisinde bırakıp, hakikatlerini kaybetmelerine nasıl göz yumar? Yüzbinlerce
ve milyonlarca takipçileri olan bu zatların, bu topraklara borcu vardır. Bu
toprakların, onlara verdiklerinin en azından bir kısmını ödeme gayretinde
olmalıdırlar. Zira efendiler! Bu toprakların sizden alacağı var.
Her şeyin yanlış anlaşıldığı bu çağda, bir hakikati daha
dile getirmek yerinde olacaktır. Cömertlik kendi muhtaç olduğun anda verebilmektir.
Öyle sanıldığı gibi zengin olduğunda, zengin olacağı zamanların hülyasında
değil. Bu hakikatin meseleyle ilişkisi ise ilmimiz dahilinde cihat etmektir. Üzerinde
yeterince bilgi sahibi olmasak bile mutlak hakikat olarak bildiğimiz bu davayı,
kendi ilmimiz dahilinde savunmaktır.
Meseleyi toparlayalım ve içinde bulunduğumuz bu kalp
krizinin atlamak üzere 1. Evreyi, kutsalımıza sahip çıkmayı, manevi doktorlarımız
olan ulemayı yüceltmeyi ve kendi ilmimiz dahilinde cihat etmeyi nihayete
kavuşturalım. Dile getirdiğimiz bu sözler, “aman biz de bir şeyler söyleyelim” gibi
kuru bir söylemden ibaret değildir. Bir derdin dile gelişidir. Öfkemizde
derdimizdendir. Zira üstadın dediği gibi, “derdi olanın öfkesi olur.” Buna
mukabil öfkemiz, derdimizde samimi olduğumuzun göstergesidir. Kendimize
sormamız gereken samimi soru ise şu olmalıdır: “Tart bakalım İslam terazisinde
imanını, kaç gram gelecek?” El cevap: Koca
bir hiç! Lakin o koca bir hiç, masivaya dair ne varsa hiç edecektir. İşte bu da
inancımızdır. Son olarak, bu davayı sürdüren olası dava arkadaşlarını da
kazanmak gerekir. Küfür ehline karşı sömürülen genç beyinler, ancak muhabbetle
kazanılır. Unutmayınız ki İslam, cahilin değil cehaletin düşmanıdır. Vesselam…
Ramazan Musluoglu
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.