Mücahit Ocakları

mücahit-ocakları-tarikatlar-cqdrux.jpg

İnsan, gül olmayı beceremeyince gülistandaki gülleri de anlayamaz. Bilmez o bağın kokusunu. Şöyle bakar uzaktan, gafletin sürmesini çekmiş gözleriyle. Uyanamadığı hakikate, uyandıramadığı kalbiyle.

Bugün bir kesim kimseler, tarikat ehlinin halini görmeden, onların hikmetini anlamadan hüküm veriyor. Oysa tarikat, Aşk mektebidir.

Tarikatlar, biz Müslümanların mücahit ocaklarıdır. Tarikatın gayesi, kişiyi İslam’a daha sıkı bağlamaktır. Şahıs itibariyle ihya etmektir. Bir toplum, herkesin birey indinde kendini düzeltmesiyle sağlıklı bir toplum olur. Her gülün kendini düzeltmesiyle gülistan oluşur. Dolayısıyla nihaye gayesi, her bir gülü güzel eyleyip, birleri bir eylemektir.

Sahabe efendilerimiz döneminde bazı sahabeler, yoğun ibadet ve züht hayatıyla bilinirdi. İnsanlara manevi rehberlik ederlerdi. İşte tarikatlarda bu anlayışın devam etmesini sağlayan topluluklardır.


Ama Efendimiz Zamanında Tarikatlar Yoktu!

Efendimiz zamanında tarikatlar yoktu. Zira Resul-i Zişan efendimiz ﷺ, ashabını doğrudan İslam’ı yaşayarak eğitmiş, onlara; tevhidin, ibadetin, ahlakın özünü anlatmış ve özlerine katmıştır. Sahabe doğrudan Resulullah’tan ilim ve ahlak tahsilinde bulunmuştur. Nitekim imamenin olduğu yerde tesbih taneleri de imamenin etrafında toplanır. Mamafih, imame olmadığında tesbih dağılır. Dolayısıyla imameyi yerinde kılacak, imameyi anlatacak, sünnet-i seniyeyi haykıracak alimler gereklidir. Bu alimlerde bir tesbih misali halkı birleyecek, bu hareketle vahdete hizmet edecektir.

 

Tarikatlar İslam’ı Bölmüyor mu?

Tarikatların İslam’ı böldüğünü düşünmek son derece vahim bir durumdur. Çünkü tarikat tefrikaya değil vahdete çağırır. Bölünmelerin sebebi, bireylerin taassup içinde hareket etmesi ve kendi yollarını tek doğru olarak görmesidir. Yani kibirdir. Bu ise kişinin şahsıyla ilgilidir ve şahsi ziyanıdır.

 

Tarikatların Zenginliği ve Şeyhlerin Varlık İçinde Yaşaması

Evvela bilinmelidir ki, İslam’da zenginlik kötülenmez; israf yasaklanır. İslam, serveti kötü bir şey olarak görmez. Peygamberler ve sahabeler arasında da nice zengin kimseler vardı. Resulullah’ın fakir bir hayat yaşamayı tercih etmesine mukabil, zengin sahabelerinden de hiçbir kimseyi eleştirmemiştir.

Hz. Osman (r.a.) çok zengin bir tüccardı. Şimdi şu gözle bir bakalım: Bir kimse Hz. Osman’a bakıyor ve bu dincilerde de ne para var deyip, zenginliğinden dolayı ayıplıyor. Sırf zengin olduğu için amellerini ve hayırlarını kötülüyor. Bu zulüm değil de nedir?

Hz. Süleyman, büyük bir saltanat sahibiydi. Hz. Davut, kraldı ve büyük bir mülk sahibiydi. Eğer mal ve mülk sahibi olmak dinin önderleri, peygamberler için dahi uygunsa, bir tarikat ve şeyh için neden sakıncalı olsun?

Hz. Abdurrahman bin Avf (r.a.) en zengin sahabelerdendi. O kadar zengindi ki, vefat ettiğinde külçelerce altına sahipti. Sadece Medine’de 1.000’den fazla at, 1.000 deve ve 10.000 koyunu vardı. Eğer zenginlik kötü ve ayıplanması gereken bir şey olsaydı, Peygamberimiz ona yakın olur muydu? Hiç onu över miydi? Tefekkür etmek gerek! Gerek ki, zandan sakınmalı hakikatte yol almalı, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların, küresel yapıların oyuncağı olmamalı.

Lüks kullanım, israf olmadığı sürece haram değildir. İnsanın sahip olduğu servete uygun yaşaması haram değildir. Zira lüks bir emlak, lüks bir otomobilin maddi bir değeri vardır ve kazanca dönüşebilir. Dolayısıyla maddi bir değeri olması hasebiyle israf olmadığından sakıncalı değildir.

 

Müridin Yanlışı, Mürşidin Doğrusunu Eksiltmez!

Tarikatlar içerisindeki bazı müritlerin yanlış ve aşırıya kaçan fiilleri dolayısıyla şeyhi ve tarikatı yargılamak adil değildir. Zira inandığımız dinde suç şahsidir. Bireyin hatasından dolayı lideri veya topluluğu suçlamak adil değildir. Bilakis kul hakkıdır. İslam, yaptıklarından yalnızca bireyin sorumlu olduğunu açıkça belirtmiştir: Hiçbir günahkâr, bir başkasının günahını yüklenmez. (Enam/164)

Bu durum sahabe efendilerimiz döneminde de yaşanmıştır. Bir grup sahabe, peygamberin sünnetine aykırı olarak hiç evlenmemeye, sürekli oruç tutmaya ve gece boyunca uyanmadan ibadet etmeye karar vermişti. Peygamberimiz bu durumu işittiğinde: Ben oruç tutarım ve orucu bırakırım, namaz kılarım ve uyurum, kadınlarla evlenirim. Buyurmuştur. Bu olayda bazı sahabelerin aşırıya kaçması sebebiyle İslam kötülenmemiştir. Buna mukabil bir müridin aşırıya kaçmasıyla da tarikat ve şeyh kötülenemez.

Hasılı kelam, müridin yanlışı mürşidin kusuru değildir. Bireysel hatalar sebebiyle tüm bir tarikatı ve şeyhi suçlamak, İslam’ın bireysel sorumluluk ilkesine aykırıdır. Caiz değildir. Kuran ve sünnet, kişinin sadece kendi yaptıklarından sorumlu olduğunu açıkça beyan etmektedir.

Hakikatin aynasından bir tefekkür dilersen: Tarikat, Aşk mektebidir demiştik. Mürşit ise bu mektebin öğretmenidir. Öğrencinin hatasından dolayı öğretmeni suçlamak zulüm değil de nedir? Tarikatlar, hakikat yolunun birer menzilidir. Yolcunun kusuru, yolun kusuru değildir.

 

Şeyhe Saygı

Müslümanız ve Türk’üz. Bizlerde hem dinimiz hem de töremiz gereği alime büyük saygı duyulur. Şeyhlerin de aşırı saygı görmesi göze batar. Mamafih, Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer/9) Şeyhin bir alim olduğunu bilerek, o gözle bakmak gerekir. Bunun içinde insanın gaflet perdesini kaldırıp bakması icap eder.

 

Tarikatlar Davamızın Mücahit Ocaklarıdır

Hak tarikatların her biri davamızın mücahit ocaklarıdır. Her biri bir değildir ama biri birleyen değerlerdir. Mevlevi dervişleri ilmiyle, Nakşi müritleri adabıyla, Rufai erenleri cömertliğiyle anılır. Tarikat dediğin ilim, irfan ve hizmet için vardır. Tarikatlar, sünneti yaşatan ocaklardır.

 

Tarikatlar Olmalıdır!

Her ilmin bir hocası varsa, maneviyatında bir rehberi olmalıdır. Matematik, fen, edebiyat öğrenmek için bir öğretmene gidilir de nefsi terbiye için neden bir eğitmen aranmasın? Allah Kuran’da buyurur ki, Bilmiyorsanız, ilim sahiplerine sorunuz. (Nahl/43)

Nefis terbiyesi için bireysel çaba çoğu kimsede yeterli olmaz. İnsan, kendi eksikliklerini görmekte zorlanır. Aynaya bakmadan, yüzündeki kiri bilmez. Mürşit ki, müridin ruhani aynasıdır. Antrenörsüz bir sporcu, belirli bir kademeye kadar yükselebilir. Bir antrenörü olmadan, profesyonelliğini artıramaz.

Tarikatlar, zikir meclisleri kurarlar. Kuran’da Allah’ı çokça zikredenler övülmektedir. Birgün sahabeler mecliste oturmuş Allah’ı zikrederken, peygamberimiz onları görür ve şöyle buyurur: Size Allah’ın melekler arasında övündüğü cemaatin kim olduğunu söyleyeyim mi? İşte şu halkadakiler!

Şanlı tarihimiz boyunca da tarikatlar, vatan toprağına yağmur olup yağmışlardır. Fikriyle, devlet adamlarının düşünen aklı; ilmiyle, şeriatın ve vicdanın sesi olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun manevi temelini atan isimlerden biri Şeyh Edebali’dir. Fatih’in akıl hocası, Akşemseddin Hazretleri’dir. Osmanlı’da tarikatlar, devletin manevi direğidir. Toplumsal değeri sağlayan en önemli kurumlardır. Fetihlerde askerleri manevi eksende motive etmiştir. Eğitim, ilim ve sanat alanlarında büyük hizmetler vermişlerdir.

Afrika’da İslam’ın yayılmasını sağlayan, Kadiri ve Ticani tarikatlarıdır. Hindistan’da Müslümanlığı yaygınlaştıran en büyük etken, Çiştiyye ve Sührevendiye tarikatlarıdır. Allah nurunu tamamlayacaktır (Saff/8) ayeti mucibince İslam dininin yayılması kaçınılmazdır. Bu ayete mukabil, tarikatların ortaya koyduğu çaba ve netice göz önüne alındığında tarikatlar, bu nurun ışıltılarıdır.

Tarikatlar, yalnızca medreseler ile ilim demek değildir. Yetimhaneler, aşevleri ihtiyaç sahiplerine yardım dağıtımları ve öğrencilere burs hareketleriyle toplumsal hizmet edip, davamızın ülküsü için çalışmalar gerçekleştirmektedir.

Osmanlı Dönemindeki Mevlevi, Nakşibendi ve Bektaşi tarikatlar, toplumun farklı kesimlerine yönelik birçok hayır kurumu kurmuştur. Bazılarımız, bu geçmişteki tarikatları sürekli överken, günümüzdeki tarikatları sürekli kötülerler. Vakıfların çalışmalarını takip etmezler, gördükleri çalışmalarda bir kusur ararlar. Ne gariptir ki, bizim toplumumuzda bu hep yüzyıllarca böyle devam etmiştir. Her kesim, kendi zamanının iyilerini sürekli eleştirmiştir. Orhan Veli’nin Ölünce bizde iyi adam oluruz. Sözüne mukabilde öldükten sonra hep hayırla yad edilmişlerdir. Yaşarken takdir etmek, ne hikmetse hep zor gelmiştir.

İnsan, sosyal bir varlıktır. Kendini bir topluluğa ait hissetmek ister. Modern dünyanın yalnızlık, depresyon ve anlamsızlık hissetmesinin temel sebeplerinden biri, aidiyet hissinin azalmasıdır. Günümüzde terapi grupları, kişisel gelişim kampları saygın bir değer görürken, biz tarikat savunucularına karşı gerici bakış açısı son derece gülünçtür. Üstelik tarikatlardaki zikir ve manevi sohbetler, meditasyon ve yoga gibi yöntemlerden daha köklüdür. Dolayısıyla Batı hayranlığı ve Amerikan rüyasıyla yaşayan kimselere soruyoruz: Tarikatlar zararlıysa, neden hayran olduğunuz Batı dünyası da manevi bir arayış içerisine girmişlerdir? Bu Batı hayranları ve Amerikan Rüyası içerisinde yaşayan, son yüz yılın aşağılık kompleksini üzerinden atamayan, koca bir imparatorluğun varisi olduğunu unutan kimseler için de dillerinden düşmeyen bilimden (bilmedikleri bilimden) de bir örnek verelim: Modern psikoloji, insanların sadece maddi değil manevi tatmine de ihtiyaç duyduğunu açıklamaktadır. Abraham Maslow’un “İhtiyaç Hiyerarşisi” teorisine göre insan sadece yemek, barınma gibi temel ihtiyaçlarla tatmin olmaz. Kendini gerçekleştirme ve manevi gelişim, en yüksek insani ihtiyaçlar arasındadır. Tarikatlar, insanlara bu manevi doyumu sağladıkları için tarih boyunca hep var olmuşlardır.

 

Hasılı Kelam

Hakk’a vuslatın yolu çoktur. Her bir yolcuya nasip olan bir menzil vardır. Kimisi ilimle, kimisi zikirle, kimisi hizmetle yol yürür. Kalbi daralan, rehber arayan, nefsi galebe çalanlar bu dergahlarda huzur bulur. Zikir ehlinin bir araya gelip, aşk şerbetinden kana kana içmesinden kime nedir? Tarikat ki, İslam’ın ahlaki değerlerini yaşamak ve yaşatmaktır.

Ey Hakikat Yolcusu! Tarikat, bir sevda yoludur. Gönül eğiten, nefis arındıran, kalpleri Allah’a yönelten ocaktır. Fakat gaflet ehli, bu ocaktan çıkan dumanı görür de içindeki nuru göremez.

Kusur arayan elbette bulur. Aşk yolcusu, bakışını kusurdan çevirip hakikate yöneltmelidir. Çünkü Aşk; kem gözle değil, temiz kalple görülür. Mevlâna hazretin de söylediği gibi, sen baktığın yere güzellik katıyorsan, gönlün aydınlıktır. Sen her yerde kusur arıyorsan, bil ki kusur sendedir.

O halde tarikatları ve şeyhleri anlamak isteyen, onların zahirine değil, bâtınına nazar etsin. Çünkü gönül gözünü açmayan, güneşi bile gece zanneder. Vesselam…



Ramazan Musluoglu

İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.