Mücahit Ocakları

İnsan, gül olmayı beceremeyince gülistandaki gülleri de
anlayamaz. Bilmez o bağın kokusunu. Şöyle bakar uzaktan, gafletin sürmesini
çekmiş gözleriyle. Uyanamadığı hakikate, uyandıramadığı kalbiyle.
Bugün bir kesim kimseler, tarikat ehlinin halini görmeden,
onların hikmetini anlamadan hüküm veriyor. Oysa tarikat, Aşk mektebidir.
Tarikatlar, biz Müslümanların mücahit ocaklarıdır. Tarikatın
gayesi, kişiyi İslam’a daha sıkı bağlamaktır. Şahıs itibariyle ihya etmektir.
Bir toplum, herkesin birey indinde kendini düzeltmesiyle sağlıklı bir toplum
olur. Her gülün kendini düzeltmesiyle gülistan oluşur. Dolayısıyla nihaye
gayesi, her bir gülü güzel eyleyip, birleri bir eylemektir.
Sahabe efendilerimiz döneminde bazı sahabeler, yoğun ibadet
ve züht hayatıyla bilinirdi. İnsanlara manevi rehberlik ederlerdi. İşte
tarikatlarda bu anlayışın devam etmesini sağlayan topluluklardır.
Ama Efendimiz Zamanında Tarikatlar Yoktu!
Efendimiz zamanında tarikatlar yoktu. Zira Resul-i Zişan
efendimiz ﷺ, ashabını doğrudan İslam’ı
yaşayarak eğitmiş, onlara; tevhidin, ibadetin, ahlakın özünü anlatmış ve
özlerine katmıştır. Sahabe doğrudan Resulullah’tan ilim ve ahlak tahsilinde
bulunmuştur. Nitekim imamenin olduğu yerde tesbih taneleri de imamenin
etrafında toplanır. Mamafih, imame olmadığında tesbih dağılır. Dolayısıyla
imameyi yerinde kılacak, imameyi anlatacak, sünnet-i seniyeyi haykıracak
alimler gereklidir. Bu alimlerde bir tesbih misali halkı birleyecek, bu
hareketle vahdete hizmet edecektir.
Tarikatlar İslam’ı Bölmüyor mu?
Tarikatların İslam’ı böldüğünü düşünmek son derece vahim bir
durumdur. Çünkü tarikat tefrikaya değil vahdete çağırır. Bölünmelerin sebebi,
bireylerin taassup içinde hareket etmesi ve kendi yollarını tek doğru olarak
görmesidir. Yani kibirdir. Bu ise kişinin şahsıyla ilgilidir ve şahsi
ziyanıdır.
Tarikatların Zenginliği ve Şeyhlerin Varlık İçinde Yaşaması
Evvela bilinmelidir ki, İslam’da zenginlik kötülenmez; israf
yasaklanır. İslam, serveti kötü bir şey olarak görmez. Peygamberler ve
sahabeler arasında da nice zengin kimseler vardı. Resulullah’ın fakir bir hayat
yaşamayı tercih etmesine mukabil, zengin sahabelerinden de hiçbir kimseyi
eleştirmemiştir.
Hz. Osman (r.a.) çok zengin bir tüccardı. Şimdi şu gözle bir
bakalım: Bir kimse Hz. Osman’a bakıyor ve bu dincilerde de ne para var deyip,
zenginliğinden dolayı ayıplıyor. Sırf zengin olduğu için amellerini ve
hayırlarını kötülüyor. Bu zulüm değil de nedir?
Hz. Süleyman, büyük bir saltanat sahibiydi. Hz. Davut,
kraldı ve büyük bir mülk sahibiydi. Eğer mal ve mülk sahibi olmak dinin
önderleri, peygamberler için dahi uygunsa, bir tarikat ve şeyh için neden
sakıncalı olsun?
Hz. Abdurrahman bin Avf (r.a.) en zengin sahabelerdendi. O
kadar zengindi ki, vefat ettiğinde külçelerce altına sahipti. Sadece Medine’de
1.000’den fazla at, 1.000 deve ve 10.000 koyunu vardı. Eğer zenginlik kötü ve
ayıplanması gereken bir şey olsaydı, Peygamberimiz ona yakın olur muydu? Hiç
onu över miydi? Tefekkür etmek gerek! Gerek ki, zandan sakınmalı hakikatte yol
almalı, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların, küresel yapıların oyuncağı
olmamalı.
Lüks kullanım, israf olmadığı sürece haram değildir. İnsanın
sahip olduğu servete uygun yaşaması haram değildir. Zira lüks bir emlak, lüks
bir otomobilin maddi bir değeri vardır ve kazanca dönüşebilir. Dolayısıyla
maddi bir değeri olması hasebiyle israf olmadığından sakıncalı değildir.
Müridin Yanlışı, Mürşidin Doğrusunu Eksiltmez!
Tarikatlar içerisindeki bazı müritlerin yanlış ve aşırıya
kaçan fiilleri dolayısıyla şeyhi ve tarikatı yargılamak adil değildir. Zira
inandığımız dinde suç şahsidir. Bireyin hatasından dolayı lideri veya topluluğu
suçlamak adil değildir. Bilakis kul hakkıdır. İslam, yaptıklarından yalnızca bireyin
sorumlu olduğunu açıkça belirtmiştir: Hiçbir günahkâr, bir başkasının
günahını yüklenmez. (Enam/164)
Bu durum sahabe efendilerimiz döneminde de yaşanmıştır. Bir
grup sahabe, peygamberin sünnetine aykırı olarak hiç evlenmemeye, sürekli oruç
tutmaya ve gece boyunca uyanmadan ibadet etmeye karar vermişti. Peygamberimiz
bu durumu işittiğinde: Ben oruç tutarım ve orucu bırakırım, namaz kılarım ve
uyurum, kadınlarla evlenirim. Buyurmuştur. Bu olayda bazı sahabelerin aşırıya
kaçması sebebiyle İslam kötülenmemiştir. Buna mukabil bir müridin aşırıya
kaçmasıyla da tarikat ve şeyh kötülenemez.
Hasılı kelam, müridin yanlışı mürşidin kusuru değildir. Bireysel
hatalar sebebiyle tüm bir tarikatı ve şeyhi suçlamak, İslam’ın bireysel
sorumluluk ilkesine aykırıdır. Caiz değildir. Kuran ve sünnet, kişinin sadece
kendi yaptıklarından sorumlu olduğunu açıkça beyan etmektedir.
Hakikatin aynasından bir tefekkür dilersen: Tarikat, Aşk
mektebidir demiştik. Mürşit ise bu mektebin öğretmenidir. Öğrencinin hatasından
dolayı öğretmeni suçlamak zulüm değil de nedir? Tarikatlar, hakikat yolunun
birer menzilidir. Yolcunun kusuru, yolun kusuru değildir.
Şeyhe Saygı
Müslümanız ve Türk’üz. Bizlerde hem dinimiz hem de töremiz
gereği alime büyük saygı duyulur. Şeyhlerin de aşırı saygı görmesi göze batar.
Mamafih, Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer/9) Şeyhin bir
alim olduğunu bilerek, o gözle bakmak gerekir. Bunun içinde insanın gaflet
perdesini kaldırıp bakması icap eder.
Tarikatlar Davamızın Mücahit Ocaklarıdır
Hak tarikatların her biri davamızın mücahit ocaklarıdır. Her
biri bir değildir ama biri birleyen değerlerdir. Mevlevi dervişleri ilmiyle, Nakşi
müritleri adabıyla, Rufai erenleri cömertliğiyle anılır. Tarikat dediğin ilim,
irfan ve hizmet için vardır. Tarikatlar, sünneti yaşatan ocaklardır.
Tarikatlar Olmalıdır!
Her ilmin bir hocası varsa, maneviyatında bir rehberi
olmalıdır. Matematik, fen, edebiyat öğrenmek için bir öğretmene gidilir de
nefsi terbiye için neden bir eğitmen aranmasın? Allah Kuran’da buyurur ki, Bilmiyorsanız,
ilim sahiplerine sorunuz. (Nahl/43)
Nefis terbiyesi için bireysel çaba çoğu kimsede yeterli
olmaz. İnsan, kendi eksikliklerini görmekte zorlanır. Aynaya bakmadan,
yüzündeki kiri bilmez. Mürşit ki, müridin ruhani aynasıdır. Antrenörsüz bir
sporcu, belirli bir kademeye kadar yükselebilir. Bir antrenörü olmadan,
profesyonelliğini artıramaz.
Tarikatlar, zikir meclisleri kurarlar. Kuran’da Allah’ı
çokça zikredenler övülmektedir. Birgün sahabeler mecliste oturmuş Allah’ı
zikrederken, peygamberimiz onları görür ve şöyle buyurur: Size Allah’ın
melekler arasında övündüğü cemaatin kim olduğunu söyleyeyim mi? İşte şu
halkadakiler!
Şanlı tarihimiz boyunca da tarikatlar, vatan toprağına
yağmur olup yağmışlardır. Fikriyle, devlet adamlarının düşünen aklı; ilmiyle,
şeriatın ve vicdanın sesi olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun manevi
temelini atan isimlerden biri Şeyh Edebali’dir. Fatih’in akıl hocası,
Akşemseddin Hazretleri’dir. Osmanlı’da tarikatlar, devletin manevi direğidir. Toplumsal
değeri sağlayan en önemli kurumlardır. Fetihlerde askerleri manevi eksende
motive etmiştir. Eğitim, ilim ve sanat alanlarında büyük hizmetler vermişlerdir.
Afrika’da İslam’ın yayılmasını sağlayan, Kadiri ve Ticani
tarikatlarıdır. Hindistan’da Müslümanlığı yaygınlaştıran en büyük etken,
Çiştiyye ve Sührevendiye tarikatlarıdır. Allah nurunu tamamlayacaktır
(Saff/8) ayeti mucibince İslam dininin yayılması kaçınılmazdır. Bu ayete
mukabil, tarikatların ortaya koyduğu çaba ve netice göz önüne alındığında
tarikatlar, bu nurun ışıltılarıdır.
Tarikatlar, yalnızca medreseler ile ilim demek değildir.
Yetimhaneler, aşevleri ihtiyaç sahiplerine yardım dağıtımları ve öğrencilere
burs hareketleriyle toplumsal hizmet edip, davamızın ülküsü için çalışmalar gerçekleştirmektedir.
Osmanlı Dönemindeki Mevlevi, Nakşibendi ve Bektaşi
tarikatlar, toplumun farklı kesimlerine yönelik birçok hayır kurumu kurmuştur.
Bazılarımız, bu geçmişteki tarikatları sürekli överken, günümüzdeki tarikatları
sürekli kötülerler. Vakıfların çalışmalarını takip etmezler, gördükleri
çalışmalarda bir kusur ararlar. Ne gariptir ki, bizim toplumumuzda bu hep
yüzyıllarca böyle devam etmiştir. Her kesim, kendi zamanının iyilerini sürekli
eleştirmiştir. Orhan Veli’nin Ölünce bizde iyi adam oluruz. Sözüne
mukabilde öldükten sonra hep hayırla yad edilmişlerdir. Yaşarken takdir etmek,
ne hikmetse hep zor gelmiştir.
İnsan, sosyal bir varlıktır. Kendini bir topluluğa ait
hissetmek ister. Modern dünyanın yalnızlık, depresyon ve anlamsızlık
hissetmesinin temel sebeplerinden biri, aidiyet hissinin azalmasıdır. Günümüzde
terapi grupları, kişisel gelişim kampları saygın bir değer görürken, biz
tarikat savunucularına karşı gerici bakış açısı son derece gülünçtür. Üstelik
tarikatlardaki zikir ve manevi sohbetler, meditasyon ve yoga gibi yöntemlerden
daha köklüdür. Dolayısıyla Batı hayranlığı ve Amerikan rüyasıyla yaşayan kimselere
soruyoruz: Tarikatlar zararlıysa, neden hayran olduğunuz Batı dünyası da manevi
bir arayış içerisine girmişlerdir? Bu Batı hayranları ve Amerikan Rüyası
içerisinde yaşayan, son yüz yılın aşağılık kompleksini üzerinden atamayan, koca
bir imparatorluğun varisi olduğunu unutan kimseler için de dillerinden düşmeyen
bilimden (bilmedikleri bilimden) de bir örnek verelim: Modern psikoloji,
insanların sadece maddi değil manevi tatmine de ihtiyaç duyduğunu
açıklamaktadır. Abraham Maslow’un “İhtiyaç Hiyerarşisi” teorisine göre insan
sadece yemek, barınma gibi temel ihtiyaçlarla tatmin olmaz. Kendini
gerçekleştirme ve manevi gelişim, en yüksek insani ihtiyaçlar arasındadır.
Tarikatlar, insanlara bu manevi doyumu sağladıkları için tarih boyunca hep var
olmuşlardır.
Hasılı Kelam
Hakk’a vuslatın yolu çoktur. Her bir yolcuya nasip olan bir
menzil vardır. Kimisi ilimle, kimisi zikirle, kimisi hizmetle yol yürür. Kalbi
daralan, rehber arayan, nefsi galebe çalanlar bu dergahlarda huzur bulur. Zikir
ehlinin bir araya gelip, aşk şerbetinden kana kana içmesinden kime nedir?
Tarikat ki, İslam’ın ahlaki değerlerini yaşamak ve yaşatmaktır.
Ey Hakikat Yolcusu! Tarikat, bir sevda yoludur. Gönül
eğiten, nefis arındıran, kalpleri Allah’a yönelten ocaktır. Fakat gaflet ehli,
bu ocaktan çıkan dumanı görür de içindeki nuru göremez.
Kusur arayan elbette bulur. Aşk yolcusu, bakışını kusurdan
çevirip hakikate yöneltmelidir. Çünkü Aşk; kem gözle değil, temiz kalple
görülür. Mevlâna hazretin de söylediği gibi, sen baktığın yere güzellik
katıyorsan, gönlün aydınlıktır. Sen her yerde kusur arıyorsan, bil ki kusur
sendedir.
O halde tarikatları ve şeyhleri anlamak isteyen, onların
zahirine değil, bâtınına nazar etsin. Çünkü gönül gözünü açmayan, güneşi bile
gece zanneder. Vesselam…
Ramazan Musluoglu
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.